31 Mart 2012 Cumartesi



Eğer bir ruh beraberliğiyse dostluk, iki ruhu bir kılan nedir?
Nedir bileşik kaplarda ki su seviyesinin sırrı?
Demek ’ dost insanın bir ikinci kendisidir’
Demek ‘sevgi hiç ayırt etmez; sevenle sevilen aynı şeydir’
-Kim o?
-Senim!
Böyle bir diyalogda kapının varlığından kim söz edebilir?

ALi Ural /  Posta Kutusundaki Mızıka

Kimin nasıl bir anısı haline geleceğimizi hiçbirimiz bilemeyiz…
Turgut Uyar

Sana dair ne varsa, ben hepsini aşk bildim. 
Sevda bildim.. Seni sen bildim de sevdayı sana bildim.
Aşka sen diye bakmadıktan sonra ben aşkı neyleyeyim? 
Seni ruhuma cemre diye damlatmadıktan sonra..
Ben bu bedende neyleyeyim..?
Aşk da sen, hasret de sen, ben de sen...

HZ MEVLANA

Kurban


kop içinden bazı bazı
poyraz esti bak bizim dağlara
al götür beni bazı bazı
isimsiz bilmediğim şarkılara
benim adım iki hece
bir eyledim adımı dün gece
gökten iki hayal düştü
biri toprağa biri havaya can diye can diye

kop içinden bazı bazı
yağmur yağar bizim dağlara
ben sevdaya isim koydum
bir eyledi o ismi dün gece
ben bilirdim okumayı elbet
yeni söktüm ilk harfi dün gece
gökten iki hayal düştü
biri toprağa biri havaya can diye can diye
aşk diye

aşk vareder
vareder beni aşk
yokedip can eder beni aşk
kurban kurban eder beni
bir daha yeniden bir yere bir göğe
bu defa sonsuza sonsuza

kurban aşka yenik düşer
günahımı affet Allah
bu aşk ibadetim benim
kurban can ister can üstüne kurban
kurban kötülerle dolu bu dünya
varsın onlar eğlesin
ben ektim kendimi kurban

Rabbim işte... Benim Rabbim...
Herşeye gücü yeten, hükmü geçen Rabbim...
"Kûn Fe Yekûn" demesi olmazları oldurmaya yeten Rabbim....

29 Mart 2012 Perşembe


Sesinde ne var biliyor musun,
Bir bahçenin ortası var...

Cemal Süreya

*** İspat et!

Diyenlere derim ki:

*** Neyle ispat edeyim?..
İspat için kullanacağım her unsur onun mahlukudur.
Hâlıkı mahlukuna mı tastik ettireyim?..
                                

28 Mart 2012 Çarşamba

Besmele


Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ‘Miraç gecesi bütün cennetler bana gösterildi. Cennette dört nehir gördüm. Biri; su, biri; süt, biri; cennet şarabı ve biri de bal nehri idi. Cebrail (a.s.)’e: ‘Bu nehirler nereden gelip nereye dökülür?’ diye sordum. Cebrail (a.s.): "Kevser havuzuna dökülüyor. Ancak nereden geldiğini bilmiyorum. Allah’a dua et, sana bildirir yahut gösterir’ dedi.
Resulüllah (s.a.v.) Rabbine dua etti. Bir melek gelip Peygamber (a.s.)’e selam verdi ve ‘Ey Muhammed! Gözlerini kapat!’ dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) devam ederek şöyle buyurdu: Gözlerimi kapattım, sonra o melek: ‘Gözlerini aç!’ deyince açtım.kendimi bir ağaç altında buldum. Orada kapısı kırmızı altın, kendisi beyaz inciden büyük bir kubbe gördüm. Dünyadaki insan ve cinlerin hepsi bu kubbe üzerine konulsa, bir dağ üzerine oturmuş bir kuş gibi kalırdı.
Nehirlerin bu kubbenin altından aktığını gördüm. Dönmek isteyince melek bana: ‘Neden o kubbeye girmiyorsun?’ dedi. ‘Nasıl gireyim, kapısı kilitli ve bende anahtarı yok?’ dedim. Melek: ‘O kapının anahtarı ‘Bismillahirrahmanirrahim’ dir’ dedi. Kilidi tutup, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ deyince kilit açıldı. Kubbeye girdim. O dört nehrin, kubbenin dört direğinden aktığını gördüm. Dört direk üzerinde de ‘Bismillahirrahmanirrahim’ yazılı idi. Öyle ki; su nehrinin ‘Bismi’nin ‘mim’ harfinden, süt nehrinin ‘Allah’ın ‘he’ sinden, cennet şarabının ‘Rahman’ın ‘mim’inden ve bal nehrinin de in‘Rahim’in ‘mim’ inden çıktığını gördüm. Anladım ki, dört nehrin aslı, Besmele-i Şerife'dendir. O esnada Allah (c.c.) buyurdu ki; ‘Ey Muhammed! Ümmetinden her kim kalbi riyadan halis bir şekilde, beni bu isimlerle zikreder, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ derse, o kimseyi bu nehirlerden sularım’.


24 Mart 2012 Cumartesi


Ve Gece... Üstünde öylece uyuyakalır, çıkarmadan yıldızlarını...

İbrahim Tenekeci

Hem taze, hem bahar!
Hangi dalına tutunayım!
Unutayım kışları gayrı;
duydum ya sevincini kuşların!
En taze kokular,
en taze dokular, dokunuşlar...
İpekten selamı var sana;
sana ha, sana!
Bakışlarına biraz daha mânâ lütfen!
Her an/da sana taze baharlar sunuluyor!
Çok fazla gaflet yorgunusun!
Tefekkür'ün kollarına atsana kendini!



Hayat kendisini insanların yüzünde sergiler. Ne edersek edelim yüzümüzü ondan kaçıramayız. Adını zaman koyduğumuz usta, içimizde salınan günlerin ruhumuzda bıraktığı izleri alır ve bize hissettirmeden suratımıza işleyiverir. Bunu öyle ağırdan yapar ki, her gün ölen ve her gün yeniden çizilen bir yüzümüzün olduğunu anlamayız bile. Yıllar sonra fotoğraflara bakarken duyduğumuz şaşkınlığın sebebi bundandır.

Her zaman yapılan yanlış nedir, bilir misin? Yaşamın değişmez olduğunu sanmak, trenin ray değiştirmeden sonsuza kadar gideceğini düşünmektir. Oysa kaderin hayal gücü bizimkinden daha renklidir.

susanna tamaro

...
Olur böyle şeyler dar-ül İslam'da bile sevdiceğim,
Gözyaşı averajı bizdedir...

...
Atomu yumrukla parçalayamam
Allah büyüktür bir kapı açar…


Murat Menteş

“Modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum...”

Ah Muhsin Ünlü

22 Mart 2012 Perşembe

Her günahta küfre giden bir yol varsa, ilk cam kırığını onarmamaktandır bu.
Masum görünen her hata, her günaha yaklaşış, bir büyük günaha doğru sürüklüyorsa bizi, ilk atılan çöpü kaldırmamaktandır bu.
Özür dilemeye değmez gördüğümüz küçücük bir cam kırığı, bizi özür dileyemez bir kırıklığa mahkum ediyor.
Değil mi?

Senai Demirci

21 Mart 2012 Çarşamba

Bahar, Ölüm ve Siz


....................................
....................................
Bizlerden sorarsanız, buralarda patlayan bahar başı fırtınalarına, hâlâ karla karışık yağan yağmura aldırmayın sakın. Cemreler düştü çoktan. Nevruz çarşambaları başladı. Semeniler, belinde kırmızı bir kuşakla hayat saçacakları gün için çimlenmeye bırakıldı. O bildik akşamüstü berraklığı ufkun arkasında ansızın belirdi. Bahar hayata dokundu. Fısıltısı rüzgâra karıştı. Ağaçların gövdesine için için su yürüdü. Tomurcukların bir gecede patlaması, kuru dallara hayat dolması, akasyaların şehri aklaması, papatyaların kırlara yayılması, bahçelerin mora dönmesi, güllerin saltanatı çok yakın. Görmüyor musunuz, kirliliği giderek tescillenen bir dünyada yedi kez deprem görmüş badem ağacının bile pembe çiçeği siyah gövde üzerinde başkaldırdı. Demem o ki meyvesini, çiçeğini, gölgesini, güneşini, semeresini, bereketini bekleyerek vakit geçirmeye gerek yok.
Emeği ortada, bahar çoktan başladı.

Nazan Bekiroğlu

Birisi, mesafeleri yok sayıp kelimeleri ile size dokunuyorsa bırakmayın...

Çok yükseklerde bir dağ evinde
Sabah namazında kapını çalan bulutlara dokununca.
“Ulan bu dünyada herşey düzelir.” diyor insan.

Tarık Tufan

20 Mart 2012 Salı

Sevgili Dost,

İçimde tarifsiz bir sıkıntı var. Kelimelerle anlamlandıramayacağım haller gelip kuruldular yine baş köşeye. Kırkikindi için erken , Nisan gelmedi ki daha.. Yine de yağıyorum... yalnızken yeryüzüne, kalabalıkta kendi özüme... Dokunsalar ağlayacağım ama dokunmuyorlar... dokunmasalar da ağlayacağım nasıl olsa varsın dokunmasınlar...

Bir meleğin dizlerine koyup başımı ağlamak istiyorum... Git derken yanımda kal diye yalvarmak...  Anlatmadan anlaşılmak... Susmak, konuşmak ama dostun dergahında olmak...

Yarın yürümek lazım uzun uzun... Güneşle beraber, güneşe doğru... Bulutları da başıma taç ederek... Hani hafiften bir rüzgâr da fena olmaz...

Kimbilir; iyi gelir belki...

"Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" dememiş miydi  bir Allah dostu...

18 Mart 2012 Pazar


“bir rüzgâr gelse, bulsa beni..”
Sevgili Dost,
 Gül Sultan'ım ne çok haklı oysa.. Bugün kapımı çalan baharı, ışıl ışıl güneşi kaçırdığıma üzülen ben, nasıl oluyor da daha on altısında hayatını avuçlarından kaçırmış canlar hakkında laf etmek istiyorum ki.. Nasıl..? Ki onlar hayatlarını verip ebediyetlerini almışlar.. Ki onlar dünyayı bırakıp cennete kanatlanmışlar... Ki onlar kazanmışlar... Bense sürekli sürçme kuşağında yaşayan aciz bir kul...
Bundan sebep 
 "..." 
"yine hicran ile çılgınlığım üstümde bugün...
bana vahdet gibi bir yar-i müsaid lazım!
Artık ey yolcu bırak...ben, yalnız ağlayayım..."

M.Akif Ersoy


Çanakkale Şehitlerine


Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; *
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. *
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; *
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...*
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: *
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.*
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, *
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!*
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! *
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.*
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...*
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi*.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?*
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.*
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb.*..
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.*
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; *
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; *
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, *
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; *
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,*
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; *
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,*
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, *
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; *
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; *
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...*
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.*
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,*
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.*
Mehmet Akif Ersoy

Hayat ile yazı, sanat ile gerçek, gül ile kelam arasında kaldığımızda, hiç kimse gülün varlığından, dahası gülün anlamlarına ilişkin kelimelerin de var olduğunan habersiz değildir çünkü. Çünkü kalbe konuşur gül ve herkesin kalbi vardır. Öyleyse gül herkes iledir ve herkes içindir.

Bilen biliyor gören görüyor, “Gülü tarife ne hacet ne çiçektir biliriz”, deyip bir tarafa çekilmek mümkün iken ve aramızdaki bunca eski hikayeye rağmen gülle küsü önleyen yine gülün kendisidir. Gülle küsülmez, gül reddedilmez. Yalnızlık kuşatması altında acı verirken bunca, suya dökülen tek sap gül, yine de bütün acıların son bulabileceği yegâne yerdir.

Gül sonuç değil sebeptir. Tezahür değil kaynaktır. Gurbet değil sıladır. Dağınık değil mutlaktır. Suret değil asıldır. Geçmişe ve geleceğe ertelenemez gül, hakikat-i sabitedir, o kadar ki adı kendinde saklıdır. Her defasında yenidir gül, yeni gibi değildir. Gül tükenmez ışığı ödünç değildir. Işığı tükenirse gül gül değildir.

Bir gül yazısı için mevsim geç gibi görünebilir
Ancak yine de bir gül yazısı yazmak için vakit hiçbir zaman geç değildir.


Nazan Bekiroğlu

Güller Güzeli



Güller Güzeli

De, sen erişilmeyecek kadar uzak mısın
Öyleyse, yüreğimi kuran hangi deli

Kanımla sulandıran aşkın kınasını
Senin elin değil de kimin eli

Senden değil de yıldızlardan mı bu çağıltılı
Nereden gelir, hangi mevsimin yeli

Seninle sarılmasam, seninle dirilmesem
Göçerdi aşkımın temeli

Ruhum sürgün kuşlar arasında ezik yaşardı
Susardı sazımın en kıvrak teli

Taze bir usaresin yatağına sığmayan
Seğirirsin yüreğimde bir kuşça cilveli

Beni sen çağırdın aşkın bu yeşil vadisine
İçimde güneşi patlattın debdebeli

Bu sabah çimenler üstünde izini gördüm
Ey gönül vazomu dolduran güller güzeli

Bahattin Karakoç


Cânâ hat-ı müşgîn ile ol ruh-ı rengîn
Gül yaprağıdır safha-i Kur'ân arasında

Necâtî

[ Ey canım sevgilim, misk kokulu saçın ile renkli yanağın;
sanki bir gül yaprağıdır, Kur'ân sayfası arasında... ]

Bir damla düşer toprağa, bak hâresi güldür.
Pervâne döner harda; fakat çâresi güldür!

Fuzûlî

16 Mart 2012 Cuma


İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.

FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL


" İsteseydin eğer, bir kere isteseydin, evet bir kez gerçekten isteseydin olan olurdu..."

Dücane Cündioğlu



"Vefa,âşıkın alnından damlayan pür ü pak bir terdir. Yüzüne değen bütün suretleri siler de bir tek yâr kalır. Vefa ile süslenir aşıkların siması.Aşkta vefası olmayanın aşkıda yoktur zâti."
Vefa bir nazlı cemre... mevsimi aşkta bir gece karasıyla düşer tek bir tohum üstüne.Ve o tohum ki bir gül-i naçize, eşi olmayan bir çiçek; bakmazsan daha tohumken yanar da yok olur.Maşuk dahi aslıyla yeganedir.Onu bilmeyen,unutan gafil ise daha doğmadan ölmüştür sevdiğini de sırrı aşka bigânedir.
Ey bu yolda yürüyen saik, bil ki aşk seni elbette vefa ile sınayacak ve vefa bu yoldaki imtihanlardan yalnızca biri...Dertsiz, belasız mı sandın sen bu can oyununu? Vefadan nasibin yoksa adımlarını çek bu yoldan da ayakların utanmasın...
...
Dilber diyarında bir nazenin güzelden gayrısına kör olmaktır vefa.Vefa namusudur aşk bahsinin.Vefayı yitirirsen aşkı kaybedersin,aşkı yitirirsen canı kaybedersin,canı yitirirsen insanlığın bile uçarda gider...

İlm-i Aşk / Fatih Duman

13 Mart 2012 Salı


Ya Rabbi bildir de ben, beni bileyim.
Beni bilen ben ile kendime geleyim.
Benim bensizliğim ile ben seni bileyim.
Seni bilmeyen beni ben neyleyim...

Hz Mevlana
Zaten yorgunluk benim genel halim. Bana, "Nasılsın?" diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın "Yorgunum" demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak "Yorgunum". Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak; iki üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum! Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum. Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum.
Yüksek Topuklar / Murathan Mungan
Ağır adımlarla kainatı dolaşırken ruhum, seni gördüm, kalabalığın arasında. Ellerimi uzatsam dokunacak kadar yakın ve olduğun yerde dururken sen, ben rüzgar gibi hızlı hareket edebilecek olsam da sana yetişemeyecek kadar uzak. Uzak değil, belki ulaşılmaz! Ve fakat yalnız değildim bu yolculukta. Ve fakat “sen”din. Ve fakat “ben”. Azıcık sana yönelecek olsam, birden çoğalıyordu omuzlarımdan, kollarımdan, bacaklarımdan tutan eller. Ne zaman duraklasam, rahata eriyordu bedenim. Eriyordu! Eriyor muydu? O an etrafıma baktığımda yanımda kimseciklerin olmadığını fark ediyordum. Küçük karanlık bir odada! Küçük ve karanlık bir odada! Ve küçük! Ve karanlık! Bir odada! Duvarlara vura vura eskitilmiş bir kafatası aynada. Yok yok rutubet kokusu değil bu, çürüyen bir “ben” kokusudur olsa olsa.

Seni anlatabilmek umuduyla şair olmaya yelteniyordum. Şair olduğumda seni anlatmaya mecalim kalmamış oluyordu, kelimeler ulaşamıyordu senin anlamına.

Seni resmetmek için ressam oluyordum sonra. Elimde her renge bulanmış fırçalar, binlerce yıl boş bir tuvalin karşısında öylece kalakalıyordum. Renkler senin ışığında yanıp yok oluyordu.

Kulağımda yarım bir semai. Kürdilihicazkar! Önce kainata bir sükunet verdirip susturan ve ancak ondan sonra sahneye çıkan bir tamburdan geliyormuş tüm bu sesler.

Ne garip! Kalabalıktan eser yok şimdi. Sen varsın bir tek kainatta. Karşında da "sen" kitabının yanına “ben" noktasının yerleştirilebilme ihtimalinin ne kadar zor olduğunu bilen bir ben?

Uzatsam şu kirli ellerimi bir dem, azıcık tutar mısın?

(Alıntı)

10 Mart 2012 Cumartesi

Gel dedin;
Geldim işte Sevgili!..
Sen dışında ne varsa kıyısız denizlere dökerek geldim…
Dilimde dua ile, kefenimi vuslatına çeyiz bilerek geldim…
Geldim…
Aşkın demgahında ateşleri ıslatmak için neyim varsa yok bilerek geldim…

Şems-i Tebrizi
Bazen gözyaşlarınıza değen birini bulursunuz. Silik bir anıdan içinizi saran hayaller yaratırlar. Kaybolmasından, onun sıradanlaşmasından korkarsınız. Başlayamamaktan ya da bitirememekten, gülümserken sakladıklarınızdan, elinizde kalanların boşluğundan, yeri doldurulamaz vedalardan çekinirsiniz. Ucu kırık kalemleri sırf bu yüzden saklarsınız.

Umay Umay

9 Mart 2012 Cuma


Zaman herşeyi unutturarak,
her malûmattan yeni cehaletler doğurur.
Hemen herkesçe malûm olan şey,
hemen herkesçe meçhul bir şey olur...


Abdülhak Şinasi Hisar/ Fahim Bey ve Biz

7 Mart 2012 Çarşamba

Yaslan göğsüme sevdiğim,
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir.
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidi.r
Sen ki bulut gibisin,
Ay gibisin güneş gibisin bazan.
Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi...

Erdem Beyazıt
"Dakikalar ipten koptular;
yere saçıldılar ve evin her yanına dağılarak kayboldular."
"Halbuki şimdi her şey değişmişti. Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip, kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum.. Maria Puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak, ilk defa olarak bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama bir çoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya,-ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu. Bütün çekingenliklerim yok olmuştu. Bu kadının karşısında her şeyimi dökmek, bütün iyi ve fena, kuvvetli ve zayıf taraflarımla, en küçük bir noktayı bile saklamadan, çırçıplak ruhumu onun önüne sermek için sabırsızlanıyordum. Ona söyleyecek o kadar çok şeylerim vardı ki... Bunların, bütün ömrümce konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü bütün ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için: 'Adam sen de, söyleyip de ne olacak sanki?' demiştim. Eskiden her insan hakkında, hiçbir esasa dayanmadan, sırf mukavemet edilmez bir hissin, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: 'Bu beni anlamaz!' demişsem, bu sefer de bu kadın için, gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: 'İşte bu beni anlar' diyorum.."

Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna

6 Mart 2012 Salı


"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar," diyor Hz. Peygamber.
Ne hazin mâcerası insanın. Uyanabilmesi için ölmesi lazım!
Fakat ölüyor her gece, diriliyor her sabah. En güzel uykuyu geçiyor uyanışın atı.
Uyumanın en güzel tarafı uyanmak.
Kıyâmet koptu!

Âh insan!
Hâlâ kıyâmet alâmetleri arıyor kitaplarda....

Ali Ural

4 Mart 2012 Pazar

Sevgili Dost,
İnsan kendi gayretinden karşıdaki insanın gayretini göremiyor bazen demek ki...Gayretimde sakladığım sevgi, değer, anlayış, sabır ve emek görünmezlere karışıyor ne garip.. 
Son günlerde biraz üstüste mi geldi ne? Dikenli yollara dönmeye çabalıyormuşum, kafası karışan karıştırırmış kafamı, yine kızıyor, hemen alınıyormuşum, üstelik anlamıyormuşum işte...
Kendimden bilirim; baktığın aynı olsa da gördüğün değişir zaman zaman..
Şimdi ne mi yapacağım? Hiiç, biraz üzülüp kırılacağım kendi kendime, kendi içimde...
Kendimde arayacağım,  evvela kusuru kendimde...
Keşke sen de...

Hayaller Kuracaksın



Acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında, öfke kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda, keder yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında, duracaksın,
durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın,
sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin,
...
çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o sırada, hayatı düşüneceksin..
Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, 'dinlenin biraz' diyeceksin.
Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün istiridyeleri açarak, bir sevinç arayacaksın.
Hayaller kuracaksın.
Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.
Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.
Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.
....Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına gülenleri.
Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını, sevdalarını.....
özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine, hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları sıkıca kucaklayacaksın.
Ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında, tam da o zaman hayatı düşüneceksin.
Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.
Belki bir mektup alacaksın.
Sana gülümsemesini istediğin biri gülümseyecek belki sana.
Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kaybolduğunda,
tam da o zaman karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.
Gözcünün kara göründü diye bağırdığını hayal edeceksin.
Kara hiç görünmese bile, hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini bileceksin, çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun hedefle mana kazandığını anlayacaksın.
Her şeyi kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin.
Neyi aradığını hiç unutmayacaksın.
Sevinçlerini ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini o kadar kavrayacaksın.
Yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar çok düşünürsen öfken o kadar keskinleşecek.
Karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.
Geleceğinle arana dibinde canavarların dolaştığı bir uçurum koyduklarında, nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce, geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.
Sevdiğin türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.
Bir çiçek iliştireceksin yakana.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
...En çağıltılı kahkahalarını...
Belli olmaz, belki yarın sabah bir haber alacaksın.
Acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında, öfke kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda, keder yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında, duracaksın,
durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın,
sana iki yüzyıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o sırada, hayatı düşüneceksin.
Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman,
'dinlenin biraz' diyeceksin.
Onları şefkatle dinlendireceksin.
Çünkü onlara yine ihtiyacın olacak...


Ahmet Altan

3 Mart 2012 Cumartesi

Sevgi neydi sahi?

Sevgi neydi sahi?
Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefondaki ilk ses mi?
insanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan;
yoksa ilk satır arayısları mı tekrar be tekrarlanan?
Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten;
yoksa yeni sesler duymaya hic yetmeyecek ömürlerin arayışlari... mı?
Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kah hüzünle, kah mutlulukla hatırlanan.
Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına.
Sevgi sınanmaktı adl-i ilahide ve sınavı geçmekti ercesine.
Sevgi bir teybeydi, nasuh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek.
Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda.

İskender Pala
.........
-Fırtına ve deniz iki yüzü madalyonun.Her kaptan bu madalyonla terk eder karayı.
-Onlar da can!
-Bu bir yazgı. Biliyor musun yazgı anlamına geliyor fırtına.
-Hiç duymadım bunu.
-O zaman duy."fortuna" latince yazgı, alın yazısı.
........
Hesperos'u Atlas Dağı'nda yuttuysa da fırtına. Akşam yıldızına Hesperos dedi insanlar. Ne dersin onurunla batarak, yol gösteren bir yıldız olmaya..
-Batmamı mı istiyorsun?
-Hayır, omuzlarını dik tutmanı.
-Fakat fırtına var. Hangi omuz dayanabilir!
-Nice fırtınalardan kurtulmuştur gemiler. Omzu dik kaptanlarla.
- Ya batarsam!
-İnlemeden bat.
Fırtınaya karşı herkes penceresini kapar.Sen sonuna kadar aç kaptan!
........
Bir dua olsun dudaklarında, karaya çıktığında kalmayacak deniz de... Denizin Sahibi'ne yalvar...Fırtınanın Rabbine...

Ali Ural / Ejderha ve Kelebek