5 Kasım 2011 Cumartesi

Hazreti Mevlana'nın ölümünün 734. yılındayız. Bir insanın 734 yıl diri ve taze kalmasının elbette bir çok sırrı vardır; ama onun en büyük sırrı aşkıdır. O ne yüce sevgidir ki, asırlar boyu gönül tellerini inletmiş durmuştur.
Mevlana, aşkı o kadar çok terennüm etmiştir ki, aşk, onda sanki somut bir nesne gibi durmuştur. 25 bin beş yüz beyitlik Mesnevi'si bir yana, 40 bin beyitlik Divan–ı Kebir'i baştan sona kadar aşkla doludur. Dünya kuruldu kurulalı, aşk üzerine bu kadar yoğunlaşmış ne bir eser, ne de bir kişi vardır.
Aşk onu o hale getirmişti ki, bir deri, bir kemik kalmıştı. (Minyatürlerdeki resimler ona benzemiyor, o resimler, 1967 yılında İranlı bir ressam tarafından hayali olarak çizilmiştir.) Ahmet Eflaki, onun bu durumunu şöyle anlatıyor:
"Bir gün Mevlana hamama gitmişti. Merhamet gözüyle kendi mübarek vücuduna baktı. Vücudu iğneden ipliğe dönmüştü. Buyurdu ki:
"Bütün ömrümde kimseden utanmadım; fakat bugün zayıf vücudumdan çok utandım; çünkü o bana ‘Bir gün bana huzur vermedin.’ diye kim bilir hal diliyle neler söyledi, neler de söylemeyip gizledi ve ‘Yükünü taşıyabilmem için beni hiç rahat bırakmadın; bir gececik olsun istirahat edip kuvvet bulmama bile izin vermedin.’ diye ne kadar inledi.
Fakat ne yapayım ki, benim huzurum, onun ızdırabındadır."

Aşk, onun ruhunu alevlendirirken, bedenini de eritiyordu. Fakat o, seçimini aşktan yana yapmıştı:
"Her insan dünyada bir sevgili seçer, biz kendimize sevgili olarak aşkı seçtik."
diyordu.

Aşk, burada ilahi bir makam kazanıyor ve varlığının adeta temeli oluyor :
"Allah'ın aşkıyla sarhoş olarak gelen, Allah'la beraber baki olur." Onun bütün özlemi aslında Baki olanda fani olmaktır ve bunun yolu da aşktır.

Onun döneminde yaşanmış bir "Tavus Sultan" hikayesi vardır ki, aşkı bir nebze anlamamızı sağlıyor.
Tavus Sultan, Hindistan'da bir şeyhin talebesidir. 25–30 yaşlarında bir hanımefendidir. Bu hanımefendinin Şeyhi, Mevlana'yı çok sever ve ticari kervanlarla Konya'dan Hindistan'a gelen Mevlana'nın şiirlerini, ders esnasında zaman zaman okur. Tavus Sultan da o beyitleri Hindistan'a geldikçe alır, okur. Böylece, Hazreti Mevlana'ya hayranlığı, sevgisi dürüle dürüle yumak haline gelir.

Son kez bir rubaisini daha okur ki, içini yakıp kavurur:

"Ne duruyorum, ne yürüyorum,
Üzengideki ayak gibi…
Ne susuyorum, ne konuşuyorum,
Kitaptaki yazı gibi…
Ne varım, ne yokum,
Gülsuyundaki koku gibi…"


Bu rubai Tavus Sultan'ı gönlünden yaralar. Şeyhi, bu durumun farkındadır ve ona:
"Haydi kızım, kalk Konya'ya git sen!" der.
Tavus Sultan çok zengindir. Konya'ya gelir ve Meram'da bir ev alır. Bir tanburu vardır, kendi kendine çalar durur; içten içe ah çeker, kendinden geçer.
Mevlana da 10–20 günde bir, talebeleriyle sabah namazına gider. Bir sabah, namazdan dönerken bir tanbur sesi duyar. "Şems'ten bir selam erişti. Bu ses, Şems'in selamı olmadan çıkmaz. Ben buna bir bakacağım." der ve Tavus Sultan'ın evinin kapısını açarak içeri girer. Talebeleri, içeride bir hanımefendinin olduğunu bilmektedir.
Mevlana içerde üç buçuk gün kalır. İçerdekinin bir kadın olması, çevrede dedikoduların yayılmasına neden olur.
Üç buçuk gün sonra, talebeleri, kapı açılıp Hazreti Mevlana görününce, hepsi saf olur. Mevlana:
"Sizden ummam da belki ileri geri konuşanlar vardır, açın bakın Tavus Sultan'a. " der. Kapıyı açarlar ki bir avuç kül!.. " Yandı!.." der. "Bu kadarmış tahammülü. Üç buçuk gün onun yanma operasyonuydu."
İlahi aşk maddeye yansırsa, onu yakar, kül eder. Ceyranın yakıcılığına inanıyoruz da, aşkın yakıcılığını kabullenemiyoruz; hiç yanmadık ki!..
Aşk, cesetleri yakıp, gönlü diriltir; çünkü aşkın vatanı gönüldür.
Şimdi onun aşk denizine dalalım ve birkaç damla çıkaralım:
"Aşk, Allah'ın sırlarına ulaşmanın anahtarıdır."

"Aşk geldi, bütün kelimeler silindi hafızamdan."
"Manaların aşk burakı aklımı da gönlümü de aldı, götürdü. Nereye götürdü diye sen bana sor. Aklımı da gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Orada ne ay var, ne güneş, ne gök. Bunlar, sevgilinin bize eşi benzeri olmayan keremleridir."

Bütün bunlara nasıl ulaşılabileceğini de şöyle anlatır:
"Sende bulunan beş duyu ışığını, gönül nuru ile aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Senin gönlün ise, yedi ayetten ibaret olan Fatiha Sûresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alırsın."

"İyi kişilere, ermişlere aşk şarabı sunan Cenab–ı Hak idi. İbrahim Ethem hangi şaraptan içmişti de kendinden geçmiş, tacını tahtını bırakmış, memleketinden kaçmıştı? Beyazıd, bu şaraptan içince, ‘Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim.’ demişti. Aynı şaraptan Hallac–ı Mansur yudumlayınca, ‘Enel Hak – Ben Hakkım –’ diye bağırdı da darağacına çıktı."
"Tertemiz şarap ‘Ab–ı hayat ' tır. Öbürü ise...

Şu cümlesi ne kadar anlamlıdır:
"Gönlü yarattığın için canım sana feda olsun, Allah'ım."


Alıntı

Hiç yorum yok: