3 Ocak 2012 Salı

Her şeyin, bir şeyle bir şey arasında durduğu daha baştan uyarılmış bu hikâyede çok şeyle bir şeyin arasında kaldım.

Fakat hayatta başıma gelebilecek en güzel şeydi. Onun gelişinden evvel ne varsa hepsi hükmünü yitirdi, kendi geçmişimi yeniden kurdum. Onunla yorumladım ondan evvel yaşadığım her şeyi. Onsuz bir geçmişim sanki yoktu.

Öyle bir buldum ki bundan sonra neyi kaybetsem, kazancım kaybımdan büyük olacak, böyle zannetmişim. Bu kadar büyük kaybetmek için o kadar büyük bulduğumu fark edememişim.

Biri seni bana helal ü hoş etmeli. Bildiğim bütün güzel isimlerle O’na dua ettim.

Neden değil nasıl sevdiğimi düşünebildim sadece. Ey benim sahiciliğim! Ey benim sebebim! Onu nasıl sevdim? Onu nasıl sevmezdim ki! Onu, gözümden perdeleri kaldıran ve bana varlığımın ötesi hakkında bilgi veren yanıyla sevdim.

Neydi bir anda kocaman bir gönül hoşluğuyla kocaman bir tebessüm verip de her hakkı helal ettiren şey?

Şimdiye kadarki hayatımda bulamadığım ve bulamadığımı fark bile etmediğim her ne var imişse onu tanıyınca öğrendim.

Bunlar ayrıntılardı. Fakat hayat denen şey en fazla da ayrıntılardan yapılma bir şeydi zaten. Bir kafesin içinde en fazla aşk kalmıştı bize asli hüküm olarak. Aşk yasak ve tehlikeli olmadığı için.

Cümlenin yeri neresiydi ki içim kaynıyordu da cümle defterlerde kala kalıyordu.

Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti.

Onu bir yığın ayrıntının güzelliğinde yapıyor, bozuyor, kuruyor, yeniden kuruyor, aşk ediyor, fikrediyor, kalbediyor, hissediyorum. Buydu benim aşkım. Kelamla müstesna bir paylaşımın yanı sıra, ben başka türlü sevmeyi bilmiyordum.

Sen nasıl aşksın? Bir aşkı tartarsa ancak aşk tartar. Akıl aşka denge değildir. Karanlıksam karanlığımı, bulanıksam bulanığımı kabul etmezsen sen nasıl aşksın…? Bana aşksan aşk gibi gel. Aşkın pazarında, kendisinden başka hiçbir ölçünün geçerli olmadığını bilmiyorsun ve aşkın erliğine soyunmuşsun.

İsimle Ateş Arasında Nazan Bekiroğlu







Hiç yorum yok: