26 Kasım 2011 Cumartesi

Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni.
Her dem düşünmek, her dem hayal etmek seni…
Ne güzel! Visâline gülmek, firâkınla ağlamak.
Yanmaktan usanmamak yanarken susamak seni.
Haddâd

25 Kasım 2011 Cuma

Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda,
kumla köpüğün arasında.
Yükselen deniz ayak izlerimi silecek,
rüzgar köpüğü önüne katacak,
ama denizle kıyı daima kalacak.


Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır.

Anımsamak bir tür buluşmadır.
Unutmak ise bir tür özgürlük.

Yüreğimdeki mühür
kalbim kırılmadan çözülebilir mi?

Sevgililer birbirlerinden çok
aralarındakini kucaklarlar.

Arkadaşlık her zaman için
tatlı bir sorumluluktur,
asla bir fırsat değil.

Ancak büyük bir acı veya büyük bir sevinç
senin gerçeğini açığa çıkarabilir.
İşte böyle bir anda
ya güneş altında çıplak danset,
ya da çarmıhını taşı.

İnsanlık, sonsuzluğun dışından
sonsuzluğa akan bir ışık nehridir.

Şafağa ancak
gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir.

Gariptir ki,
kimi zevklerin tutkusudur,
acılarımızın bir kısmını oluşturan.

Kişinin hayal gücüyle, düşlerinin gerçeklesmesi arasındaki mesafe,
yalnızca onun yoğun isteğiyle aşılabilir.

Cennet orada,
şu kapının ardında,
hemen yandaki odada;
ama ben anahtarı kaybettim.
Belki de sadece koyduğum yeri unuttum.

Kuş tüyünde uyuyanların düşlerinin,
toprak üzerinde uyuyanlarınkinden
daha güzel olmadığı gerçeğinde,
yaşamın adaletine olan inancımı
yitirmem mümkün mü?

Bana kulak ver ki,
sana ses verebileyim.

Karşındakinin gerçeği
sana açıkladıklarında değil,
açıklayamadıklarındadır.
Bu yüzden onu anlamak istiyorsan,
söylediklerine değil,
söylemediklerine kulak ver.

Söylediklerimin yarısı beş para etmez;
ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir
diye konuşuyorum.

Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp,
sessiz erdemlerimi eleştirmeye
başladığında doğdu.

Bir gerçek her zaman bilinmek,
ama ara sıra söylenmek içindir.

İçimizdeki gerçek olan sessiz,
edinilmiş olan ise gevezedir.

İçimdeki yaşamın sesi,
senin içindeki yaşamın
kulağına ulaşamaz.
Yine de kendimizi yalnız
hissetmemek için konuşalım.

Sözcüklerin dalgası
hep üstümüzde olsa da,
derinliklerimiz daima dinginliğini korur.

Yaşam kalbini okuyacak
bir şarkıcı bulamazsa,
aklını konusacak
bir filozof yaratır.

Zihnimiz bir süngerdir,
yüreğimizse bir nehir.
Çoğumuzun akmak yerine,
sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!

Eger kış,
'Baharı yüreğimde saklıyorum'
deseydi, ona kim inanırdı?

Her tohum bir özlemdir.


Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir.
Arkasındaki gerçeği görürsün,
ama cam seni gerçekten ayırır.

Haydi seninle saklambaç oynayalım.
Yüreğime saklanırsan eğer,
seni bulmak zor olmaz.
Ancak kendi kabuğunun
ardına gizlenirsen,
seni bulmaya çalışmak
bir işe yaramaz.

Neşeli yüreklerle birlikte
neşeli şarkılar söyleyen
kederli bir kalp ne kadar yücedir.

Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim,
durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.

Hayır, boşuna yaşamadık biz!
Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı?

Özel ve ayrımcı olmayalım.
Unutmayalım ki, şairin aklı da,
akrebin kuyruğu da gururla
aynı yeryüzünden yükselir.

Evim der ki, 'Beni bırakma,
çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'
Yolum der ki, ' Gel ve beni izle,
çünkü ben senin geleceğinim.'
Ve ben hem eve, hem de yola derim ki,
'Benim ne geçmişim,
ne de geleceğim var.
Eğer kalırsam,
kalışımda bir ayrılış vardır;
gidersem,
ayrılışımda bir kalış.

Yalnızca sevgi ve ölüm
her şeyi değiştirebilir.'

Daha dün, yaşam küresi içinde
uyumsuzca titreşen bir kırıntı
olduğumu düşünürdüm.
Şimdi biliyorum ki,
ben kürenin ta kendisiyim,
ve uyumlu kırıntılar halinde
tüm yaşam içimde devinmekte.

Adlandıramadığın nimetleri özlediğinde,
ve nedenini bilmeden kederlendiğinde,
işte o zaman büyüyen her şeyle
beraber büyüyecek ve
üst benliğine uzanacaksın.

Ağaçlar yeryüzünün
gökkubbeye yazdığı şiirlerdir.
Ama biz onları devirir ve
boşluğumuzu kaydedebilmek için
kağıda dönüştürürüz.

Güzelliğin şarkısını söylersen eğer,
çölün ortasında tek başına olsan bile
bir dinleyicin olacaktır.

Esin daima şarkı söyler;
asla açıklamaya çalışmaz.

En büyük sarkıcı,
sessizliğimizin şarkısını söyleyendir.

Eğer ağzın yemekle doluysa
nasıl şarkı söyleyebilirsin?
Ve eğer elin altınla yüklüyse,
şükretmek için nasıl kaldırabilirsin?

Sözler zamansızdır.
Onları zamansızlıklarını bilerek
söylemeli ya da yazmalısın.

Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir.
O, kanayan bir yaradan
veya gülümseyen bir ağızdan
yükselen bir şarkıdır..


Kum ve Köpük - Halil Cibran —


- Deniziniz çok güzelmiş hanımefendi..
- Kendim diktim. Teşekkür ederim.
- Terzi misiniz acaba?
- Hayır. Ben maviyim.
- Memnun oldum. Ben de sessizlik.
- Bir sessizliğe göre fazla konuşkansınız.
- Susmaya değecek birşeyler elbet bulur insan. Ama konuşmaya değecek güzellik her zaman bulunmuyor...


alıntı
 *** EL BEDÎ ***
Birkaç dakika...
sadece birkaç dakika...
birkaç dakika daha... 
ne az görünüyor değil mi?
hayır...
bazen ne çoook !
ne uzuuun !
ne büyük ihtiyaç ! 

24 Kasım 2011 Perşembe

Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın.
-Can Dündar-
“Bu yol nereye gider?”
diye sordu kendine.

“Nereye gider bu yol?”

İnsan, ancak adresi olmayan bir yolcuyu uğurladığında
yolların bilinmezliğini keşfediyordu.

Giden, bir tek yola gidiyor,

Kalan, sayısız pek çok yolun
sır dolu düğümlerini çözmeye mahkum oluyordu.




Ali Ayçil/ Sur Kenti Hikayeleri

23 Kasım 2011 Çarşamba



Bir zarf açılınca
içi açılıyorsa kelimelerin
mektup odur

Bir zarf kapanınca
dışarıda kalıyorsa bazı kelimeler
mektup odur

Bir zarf daha uzağa
gitmeye hazırlanıyorsa
geride kalan mektuptur
kimseye göndermeyin onu
biraz önce yazdığınız mektubu
size gelmiş gibi okuyun:

Mektup yerini bulmuştur.

Haydar Ergülen
,,, İçinde senin olmadığın her günü eksik tamamlıyorum ,,,












Ben öğrencileri ile henüz tanışmamış bir öğretmenim,
Onları özlemenin verdiği heyecanı, yoldaş etmeliyim kaleme,
Öğretirken öğrenmenin verdiği haz ile başlamalıyım söze...
Öğretmen olmanın saygınlığının gölgesinde,
Bir kardeş yârenliği ile açmalıyım yüreğimi...
Her yeni güne umut ile başlamanın dinginliğini aşılamalıyım önce,
İnsana değer vermenin x'e değer vermekten daha mukaddes olduğunu öğretmeliyim.
Dar zamanlarda geniş hülyalara dalmalıyım onlarla...
Süresi olmayan süreksizliklerin ,
Sonsuza eşit olan limitlerin,
Aslında var oluş gayesi olduğunu öğretmeliyim...
Ruhlarına ebedi sevginin tohumlarını atmalıyım,
"El Kârda Gönül Yâr'da " ab-ı hayatını sunmalıyım onlara...
Umut ile yeşertmeliyim gönüllerindeki sevgileri...
Leylasını bulmuş bir Mecnun ya da
Şirini ile serfiraz bir Ferhat olacaktır karşımda,
Sevdalarına saygı gösterirken ,
Hüsn-ü Aşk'ı anlatmalıyım onlara...
Mana alemine yolculuk yapmalıyız,
Mevlana ile Yunus Emre ile...
O masum duyguların çirkinleşmesine müsade edemem,
Aşk-ı âlâ'yı anlatmalıyım onlara...
Palandöken dağından esen rüzgarın ayazı içimize dolarken,
Ürkek bakışlardan süzülen, cesur kelimeleri aramalıyım...
Başarmanın verdiği hazzı tattırmalıyım onlara,
Ne önemi var ki sonucu bilinmeyen türevlerin ?
Diferansiyel değişikliğinde, hepsinin sonucu sıfır olmayacak mı?
Onlar;sırf içinde matem geçiyor diye bize matematikçi diyorlar..
Oysaki biz o hüznü cebire yoldaş etmiş kişileriz...
Sonsuzluğun ne anlama geldiğini öğretmeliyim onlara...
Bunun için karşıma iki yol çıkar...
Ya limit almalıyım ya da bir şiir okumalıyım...
Pergelin sivri ucu olmayı öğretmeliyim onlara,
Dönen dünyalarının , kendilerine bağlı olduğunu ,
Kalemlerini doğru seçmeleri gerektiğini öğretmeliyim...
Elzem iki değer çıkar karşıma : kalem ve söz...
Göğüslerini inşirah ile dolduracak sözler söylemeli,
Kalemi onlara yâren etmeliyim...
Hiç olmayı öğretmeliyim onlara,
Dünyamı değiştirdiğimde beni Rahmetle anmalarını isterim...
Çünkü ben bir öğretmenim...
Anılarda kaybolacağımı bilsem de ben iyi ki öğretmenim...

Tuba Küçük

22 Kasım 2011 Salı

Ertelemek
yaşamın mayasını kaçırır.
Sonraya ertelenen ne varsa,
 ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitirir
Söylenmeyen sözler de zaman aşımına uğrar.


Ferhan Şaylıman

20 Kasım 2011 Pazar



Ey canımın sahibi Yâr..!


Sen benim olduktan sonra, Kaybettiklerimin ne önemi var..?


Mevlana
Tortulu sular arı duru olur sevgiyle;
bulanıklar berraklaşır.
Ve şifa bulur sevgiden tüm dertler.
Ölüleri diriltir sevgi;
sultanları kul eder...
' Bilmek'tir sevgi...
Noksan bilgi ise ayrımı
ve ayrımı olmayan bir hezeyandır.
Şimşeği güneş sanır!..
Şimşekçe şimşek,
kendi ışığının geçiciliğine gönül bağlayana güler geçer oysa!..


Mevlana

19 Kasım 2011 Cumartesi

Türkçesi: İnşa Allah her seferinde devam edemeyecek gibi hissediyorsun. Kaybolmuş gibi... Bu senin yalnızlığın, baktığında sadece geceyi görüyorsun.. Etrafın karanlıkla kuşatılmış. Çaresiz hissediyorsun. Gideceğin yolu göremiyorsun. Umutsuzluğa düşme ve ümidini asla kaybetme!.. Çünkü Allah her zaman yanı başında İnşaAllah İnşaAllah Allah'ın izni ile yolunu bulacaksın. Her seferinde tekrar hata yapıyorsun, tövbe etmek için çok geç gibi hissediyorsun. Verdiğin yanlış kararlardan dolayı kafan çok karışık, kalbin utançla dolu umutsuzluğa düşme..... . Allah'a yönel, O asla uzak değil... O'na dayan ve güven. Kaldır ellerini ve dua et... OOO Ya Allah bana rehber ol,yolumdan saptırma beni. Bana doğru yolu gösterecek sadece SENSİN... Bana yolumu göster İnşaAllah İnşaAllah yolumuzu bulacağız....
Benim hayatımın gecesinde,
şu güneş gibi yirmi tane güneş doğsa da,
karanlık gecemi aydınlatmaya çalışsa,
sen gelmedikçe seher olmaz sevgili..


Hz. Mevlana

17 Kasım 2011 Perşembe

YALNIZLIK ŞİİRİ
















Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır.
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım,
Bu gece dağ başları kadar yalnızım...

Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından,
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü.
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim,
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan...

Nerdesin?

ATTİLA İLHAN

16 Kasım 2011 Çarşamba

Hani ey aşık hani özlem çekiyorsun ya Sevgiliye!
Bil ki Sevgilidendir özlemin özü.
Odur asıl sana özlem duyan.
Çünkü o tutuşturmayınca alevi,

kimsede olmaz
ateş ve aşk ateşi,
önce sevilene ondan sevene düşer."

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rûmi (k.s)


" Ne KADAR'san , o ' KADER'sin ."
Senai Demirci
Yerim ben bunu be!

15 Kasım 2011 Salı


Biriniz bir kaç yıldız taksın gökyüzüne,
Biriniz çay hazırlasın,
Biriniz akşam olsun.
İçinizde atların öldüğü müzik susunca,
Biriniz çocukluğuna sarılıp kuyuya insin.
Biriniz onun uzattığı şiiri okusun,
Ağlamak gerekiyorsa biriniz ağlasın.
Biriniz akşam olsun yeniden.
Biriniz yağmuru dansa kaldırsın...

Mevlana İdris Zengin

13 Kasım 2011 Pazar

''Bir gelin böceği gibi sessizsem
Ve eğilimliysem üstümdeki gökle oranlı
Yemin ederim ‘bir aşk kırgını’ değilim
Yeni diller, yeni anlamlar öğrenmeye çıktım ben ...''

Edip Cansever

NİÇİN AĞLARSIN EY BÜLBÜL ?

Bizim Yunus 'un gönül diliyle...

12 Kasım 2011 Cumartesi

GÜL OLDUĞUNU BİLMEYEN GÜL

  Bahçenin birinde bir kırmızı gül vardı. Ne var ki bu gül, eşsiz güzelliğine rağmen, tomurcuk olduğu günden beri, kendini bir ‘ot’ sanıyordu. Gülün bu zannı, zaman içerisinde bir kabullenişe dönüşmüş, gül mevsimi gelip de bütün güzelliğiyle etrafa türlü renkler ve kokular saldığı günlerde bile devam etmişti.
            Mevsimlerin güzü göstermesine yakın günlerde bahçeye bir bülbül girdi. Bülbül, adeta kabuğuna sığınmış bir inci tanesi gibi gül olduğunu unutup kendini saklamış gülü daha ilk gördüğünde yıllardır aradığı şeyi bulduğunu hissetti. Kalbi çarptı, içi titredi. Daha önce hiç böyle hissetmediği için ruhuna işlenmiş aşkı ilk görüşte tanımıştı. Yıllardır aradığı işte oradaydı.
             Bülbül gülle tanışmak istedi tabi. Uzun uzun diller döktü güle. İlk günlerde gül şaşkındı. “Gül olmadığım halde bu bülbül beni neden seviyor?” diye geçiriyordu içinden. Yanlış dahi olsa yılların kabullenişini değiştiremiyordu. Ama içine “Acaba ben gül müyüm?” sorusu da düşmemiş değildi.
            Çok geçmeden bülbül, aşkını haykırdı gülün güzel ve mağrur yüzüne bakarak… Gül, içinde ilk defa rastladığı ve anlam veremediği tuhaf kıpırtıya rağmen bülbülün aşkına ve vuslat arzusuna çok şaşırmıştı. Öyle ya… ? Güle aşkıyla meşhur bülbülün kendisi gibi bir ‘ot’la ne işi olabilirdi? Hayır, hayır… Bülbül kafa buluyor olmalıydı. Gül olsaydı bilmez miydi kendini (!)…
 Bülbül içinde yıllardır usul usul yanan ateşin sahibini bulmanın o engin coşkusuyla şakıyor, tekrar tekrar aşkını ve vuslat arzusunun güle ve bütün dünyaya haykırıyordu.
            Gül için, kendisini sıradan bir ot olarak görmek daha kolaydı. İçindeki türlü şüphelere rağmen: “Ben gül değilim, sıradan bir otum. Sen ise güle olan aşkını şiirlerle, şarkılarla ve nice efsanelerle anlatmakla meşhur bülbülsün. Beni nasıl seversin?” diye sordu bülbüle… Bülbül, güle aşkla bakıp konuştu:

Yıllar yılı aşkını arayan bülbülüm
Seninle dolu bak gecelerim, gündüzüm
Gülü sevmek için yaratılmış yüreğim
Bir otu nasıl sever, söylesene ey gülüm!

    
Zaman hızla geçiyordu. ‘Ot’ akıllı gül neden kendisini zora soksundu ki… Her şeyden önce aşk, kişisel sorumluluk gerektiriyordu. Ne gerek vardı (!) hissetmeye, düşünmeye, bir armağan gibi sunulan hayatı gerektiği gibi yaşayarak geçirmeye; bütün bunları başından savabilmek varken…
              Fakat ya bir gülse ve bunun farkına ancak solduktan sonra varırsa; yaşamadan, gül olmanın hakkını vermeden geçip giden günleri, yüreğine bir hançer olup saplanmayacaklar mıydı? Yüreği, gelgitler içinde yüzüyor, eriyordu.
             Bülbül çaresizdi. Gülünün, içinde yanan ateşi paylaşmak yerine bu ateşi söndürmek için üzerine soğuk sular dökme telaşı, bülbülü yaralıyordu. Hâlbuki ateşini söndürmek demek bülbülün bülbüllüğünü yok etmek demekti.
             Bülbül kararını vermişti. Her ne pahasına olursa olsun güle olan aşkını ve daha da önemlisi gülün, onun içini aşkla dolduran hakiki bir gül olduğunu ona ispat edecekti.

Aşkı bulunca söylemek yakışır (?)
Her daim güle gönül vermek yakışır (?)
Haydi, uzat dikenini, işte burada yüreğim
Bülbüle gülün aşkıyla ölmek yakışır.

diyerek kalbini gülünün dikenine batırdı ve oracıkta öldü. O an, gül, yapraklarını hışırdatan sert mevsim rüzgârına, geride kalan solgun yüzlü hazana bir figan emanet etse de yüreğinden, nafileydi; çünkü kendisinin bir gül olduğunu anlaması, bülbülünün hayatına mal olmuştu.          
Alıntı

Gül bahçesinde geçen sırrı, gizli şeyi bir gül bilir,
Bir de hazin hazin ağlayan, feryat eden bülbül bilir..


Divan-i Kebir
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi
Sevgili Dost,
Yazmaya başlıyorum ama bitirmeye dâir bir umut yok içimde. Zor bazı şeylerin söylenmesi, dile gelmesi. Belki de yaşamak yerine hislerimize kelimelerde can vermeye çalıştığımız için tüm bunlar. Ben Bismillah diyeyim, Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle başlayayım söze. Elhamdülillah deyip bitirmek nasip olacak mı göreceğiz.
         Ta başından anlatayım her şeyi. Derdim, ne uzun ve edebi cümleler kurmak, ne de kimseye beğendirmek yazdıklarımı. Ahvalimi beyana niyet etmişim o kadar..
         Evvela kitaplardan tanıdım büyük sevdaları, dostlukları. Sonra filmler karıştı, peşine yaşanmışlıklar. Kendimi bildim bileli her şeyimi paylaşabileceğim bir dostum, yârenim olsun istedim. Aynı telden çalabileceğimiz… Ayrı telden nağmeler dökülse de gönül sazımızdan muhabbetle hayatı paylaşabileceğimiz. Beni tamamlayan daha doğrusu tamlayan bir dost. Eğitim hayatım boyunca,ilkokuldan üniversiteyi bitirene dek çok arkadaşlarım oldu. Belki çoğu beni kendine pek yakın da buldu. Onlar anlattılar uzun uzun, açık seçik…ben dinledim. Sırları sırrım oldu, dertleriyle dertlenip destek olmak için elimden geleni yaptım. Nazlarını çektim kırılıp üzülmesinler diye. Aralarında paylaşamadıklarında beni, bir tarafı tercih etmek yerine ikisine de yetişmek için daha çok çaba sarfettim. Doğru yaptım demiyorum ama olan buydu. Onların benimle paylaştıkları denizse ben sadece bir damla sunabildim. Akıp gidemediler içime, yüreğimdeki okyanusun yolunu bulamadılar. Bu yüzdendir ki kendime en iyi dost yine ben oldum. Yalnızlığı koynuma alıp yattım geceleri. En samimi sohbetleri kendimle yaptım. Yıllarca en iyi dostum kalemim oldu. Yazdıklarım beni yerden göğe yükseltti, daralan içime bir nefes oldu feraha erdirdi. Yazdıklarım bile okunsun istemezdim. Osmanlıca yazardım bazen, bazen de sadece benim anlayabileceğim bir dille… Hani sen diyorsun ya yazmak acıtıyor, öç alıyor diye.Ona da şahitliğim çoktur. Yazmadıklarımı zamanla unuttum. Silikleşti hafızamda eski fotoğraflar gibi. Ama yazılanlar ebedileşti sanki. Her okunduğunda yeniden acıttı eskisi kadar olmasa da. Kelimelerle sayfalara çaktığım duygular benden öç almaktan geri kalmadılar yani her okuyuşumda…
         Günü, geceyi, okulu, evi, kahkahayı, öfkeyi, bir parça hüznü paylaştım arkadaşlarımla. Ama gözyaşlarını paylaştığımı hatırlamıyorum. Omzunda ağlayabileceğim, kollarının arasında huzura kavuşabileceğim, içimi dökebileceğim bir dostum olmadı hiç. Belki de bende dost olma istidadi yoktu, beceriksizliğimden oldu her şey. Dostluk ne muhteşem bir tahtın sahibiydi oysa gönlümde. Sol yanımda hep eksikliğini hissettim yıllar boyunca. En değer verdiğim iki duygu huzur ve güven oldu her zaman. Bana huzur ve güven vermeyecek sevgilerden  uzak durdum Ama gerektiğinde öyle riskler aldım ki dönüp baktığımda ben bile kendime şaşıyorum. Şükür ki Rabbim kimselerin prim vermediği sevgilerimi göğe yükseltti beni yalnız komadı hiç. Saygıyı aldım sevginin önüne koydum. Bana saygı duymayan sevmesin, mümkünse hayatımda önemli yerler işgal etmesin dedim. Kimler geldi, hayatımdan kimler geçti diyen o şarkıdaki gibi ne çok insan bırakmışım ardımda. Ardımda diyorum bak! Yanımda, yarımda, sol tarafımda demiyorum. Eksikliklerini hissetmemişim ki aramamışım, sormamışım ve şimdi yanımda değiller….
                                               Sevgili Dost,
Ve okul bitti, kendimi hep ders çalışmaya adadığım bir dönemden sonra başladı öğretmenlik. Bu dönemde de hep bir mesafe koydum çevremdekilerle arama. Ne kendime ne de onlara kastî değildi yaptıklarım. Aşamadılar işte duvarlarımı, geçemediler özümü sakladığım beri tarafa. Ama yok duvarları ben örmedim ki, herkes kendi koydu tuğlasını. Benim yaptığım sadece beklemek, zaman tanımak oldu onlara ve bir süre sonra umudu kesmek. Böyle dediğime bakma sen biliyorsun herkesle iyi anlaşabilirim aslında. Ama anlaşmak yakınlaşmak değil onu söylemeye çalışıyorum. Evet evet güzel arkadaşlarım, hoş anılarım, yamacıma yaklaşanlarım oldu. Amma velakin, şimdi daha kesin bir edayla söylüyorum ki; kendime çok yakın hissettiğim, yanında tamamen ben olabildiğim, herşeyi konuşabilecek kadar kendisine akabildiğim, beni damla iken derya kılacak bir dostum olmadı benim…Bu eksiklik sol yanımda ince bir sızı olarak varlığını hep hatırlattı bana….
                                               Sevgili Dost,
         Hayatımda en emin olduğum şey eşimdir benim. Daha on dört- on beş yaşlarında tanıştık biz. Ayrı yollardan başlayan hayat yürüyüşümüz tek bir yolda kesişti ve o gün bugündür birlikte adımlıyoruz hayatı. Birlikte büyüdük, birbirimizi büyüttük biz desem abartmış olmam. Zor zamanlarımız, zor kararlarımız, kırılma noktasına gelişlerimiz, daha doğrusu getirilişlerimiz oldu. Ama uzaktayken bile yan yana olmayı, sağlam durmayı, vazgeçmemeyi bildik…Bunu belki başka bir zaman anlatırım sana, uzun bir hikaye.
         Neyse…. Şimdi otuz beş yaşındayım. Ömürlerinin uzun olmasını dilediğim annem ve babam,,, hayatıma anlam katan, beni çoğaltan, sevgisine hayran olduğum, kıymetlim dediğim bir eşim ve varlıkları için Rabbime duacı olduğum iki oğlum var.
         Eşim, yirmi yılımı paylaştığım, hiç eksilmeyen bir sevgiyle kendisine bağlandığım, ardımda dağ varmışçasına güvenerek kendisine yaslandığım vazgeçilmezim benim…Ben ondan öyle razıyım ki muradım; Rabbim izin verirse ebediyeti de onunla paylaşmak. Biz sevgimizin yanına huzuru ve güveni katık ettik. Saygı ise gönül soframızın âb’ı oldu her dâim.
         Çocuklarımız sevgi bahçemizde açan çiçeklerimiz oldular. Ve onlar da farkındalar evimizdeki farklılığın… İki oğlum; huzurum, cennet kokularım, sebeb-i saadetlerim onlar. Zor zamanlarımız, çetin imtihanlarımız oldu, oluyor ve olacak elbet. Ama bir an bile varlıklarından şikayet etmedim, etmem, ettirmesin Rabbim. Anlayamıyorum o yüzden eşinin evladının varlığından şikayete yeltenenleri. Davranışlardan şikayet edilebilir ama olmasaydı denilmesine kulaklarım ve aklım inanamıyor benim.. Bence bir nimetin ki; eş olur, evlat olur, iş olur, dost olur, varlığından şikayet etmek Yaradanın gücüne gider. Ola ki bir nefes sonra kayıp gider parmaklarınızın arasından….
         Başkalarını bilmemem ama ben sabah evden çıkıp akşam dönünceye kadar bile çok özlüyorum eşimi ve çocuklarımı. Onlara kavuştuğumda kokularıyla huzur buluyorum. Bir dakika sonrasını bilmeyen bir fani olarak onlara sevgimi her şekilde göstermeye çalışıyorum. Sadece söylemiyorum, yaşatıyorum. Hem biliyorum ki; Allah ta böyle davranmamdan razı oluyor, umuyorum ki beni seviyor. Ben de sevdiklerimi O’ndan bilerek sevince bir de üstüne bana sevap veriyor. Neyse uzatmayayım. Ha hiç alakası yok belki ama hayat sahnesinde bana biçilen roller arasında ben en çok anneliği yakıştırıyorum kendime. Tabi bir de çocuklarıma sormak lazım bunu…
Sevgili Dost,
         Gelelim sana…..Yazdıklarım hislerime tercüman olabilecek mi bilmiyorum ama deneyeceğim: Söylenmemiş sözler yine de kalacaktır ama söyleyemediğim için değil belki unuttuğum için....
         CANIM,
         Sen hayatımda hiç beklemediğim bir anda Rabbimin bana sunduğu paha biçilemez bir hediyesin. Derslerimde karşımda oturan o küçük kız da çok değerliydi benim için. Ancak şu an bambaşka bir yerdesin. Bu kadarı aklımın en ıssız sokaklarına bile uğrayan bir yolcu olamazdı. Geçtiğimiz yıl konuşmaya başladığımız ilk zamanlarda tek isteğim, gözlerinin ardına saklanmış o hüzne ve öfkeye bir parça ortak olabilmek, yükünü biraz hafifletebilmekti. Hayata baktığın pencerenin odandaki tek pencere olmadığını fark ettirebilmek… Bir kişiyi olduğu gibi kabullenmenin gerçek sevginin yansıması olduğunu göstermek belki. Seninle yol almak kolay olmadı doğrusu. Öyle gururlu, öyle vakur ve öfkeliydin ki… Kendi kendine yetebileceğini ve her şey ile tek başına başa çıkabileceğini düşünüyordun. Başa çıkabilirsin evet her şey ile, ama soruyorum ne gerek var? Gerçek anlamda yakınında kimsecikleri istemiyordun. Yolumuz zahmetli oldu ki o zahmet nasıl bir rahmete dönüştü zaman içinde biz bile farkına varamadık. Hızına yetişemedik. Ve şimdi buradayız…
MELEĞİM,
Yanımda olman huzur veriyor bana. Gözlerinin derinliğinde gündelik telaşların hepsini unutuyorum. Sen beni liman bilirken ben senin koylarında dinleniyorum…
TEBESSÜM ÇİÇEĞİM,
Senden gelen tek bir kelime yüzümü aydınlatabiliyor. Senin tebessümün beni mutlu ediyor. Mutluluğunla mutlu olabiliyor, hüznünü hüznüm biliyorum…
HUZURUM,
Kızım ve dostumsun. Uzun zaman hangisi daha önde diye düşünüp durdum. Ki buna da gerek yok, ikisinin de olması daha güzel değil mi? Zaten her ikisisin ve daha fazlası….Ancak artık hangisinin daha öne çıktığını biliyorum. Kızım gibi koşulsuz bir sevgiyle seviyorum ve belki bu yüzden şefkatle yaklaşıyorum sana, sarıp sarmalıyorum. Benim sana kızımm demem, sevmem yolunu şaşırtmamalı. Sen doğru yerdesin. Seni canından öte seven ve destek olmaya çalışan bir ailen var. Onların varlığı hayatın boyunca en büyük desteğin olacak, sırtını Uhud’a vermiş mü'min ordusu gibi güvende hissedeceksin kendini. Onların varlığı, razılığı ve duaları taşıyacak seni istediğin yerlere. Zaman geçtikçe bunu daha iyi anlayacaksın… Evet, kızım gibi seviyorum , merak ediyorum, sol yanımda taşıyorum seni. Lâkin daha çok dostumsun, tamlayanım… Her ikisini yani kızım ve dostum oluşunu üstüste koyunca ortaya çıkan manzaraya da hayranım. Şükürler olsun.
NÛRUM,
Güçlü, ayakları yere basan, toplum içinde saygınlığı olan insanlarız ikimiz de. Ne yani şimdi; ellerin ellerimde güç buluyor, başın omzumu arıyor, dakikalarca sessizliği ,huzurun kokusunu paylaşıyoruz  ve böylece çoğalıyoruz diye zayıf mı oluruz? Hayır elbette! Tutacak eli, başını koyacak omzu, sarılacak dostu olması insanı olsa olsa daha güçlü kılar. Saçma endişeler bunlar…
BİR TANEM,
Her gün “günaydın” diyerek güne seni de katarak başlamanın, gün geceye kavuştuğunda “iyi geceler” dilemenin bambaşka bir keyfi var. Yazdıklarımızın da! Onlar bıkmadan okunacak bir kitap gibi olacak yıllar boyunca. Yazılan şiirler, yazılar, kendi kalemimizden dökülen satırlar, klavye başında edilen sohbetler var ya… ben hepsinden memnunum, mutlu ediyorlar beni. Aramızdaki dostluğun devamlılığını sağlıyor bunlar, zamansızlığın getirdiği kopuşların önüne dikiliyorlar.. Bunların son bulması acıtır evet ama öldürmez, hayata küstürmez ne seni ne de beni ! Uykusuz geçen  günlere ve keyifsiz sabahlara sebep olur . Ama bir süre sonra geçer, alışırız. Hem sen güçlü kızsın biliyorum. Ben de aşarım sorun değil. Anlamadığım şu; nedir bu acı sevdası? acaba olmasalar ne olur merakı? Nedir bu kendi kendimizi deneme çabaları? Olmayacaksa olmaz, bitecekse biter zaten bu iyi dilekler. Bunca düşünerek sabır tüketmeye ne gerek var bir tanem. Keyfini sürsek , tevekkül edip yürüsek olmaz mı?
KIYMETLİM,
Bu denli sorgulamak niye? Bu söz sadece sana değil her ikimize. Neden yoruyoruz ki birbirimizi? Takılıp kaldığımız yere bak Allah aşkına! Rabbin razı gelmeyeceği bir durum yok ki ortada. Arayıp ta bulunamayan bir nimet sunulmuş önümüze. Arada yıllar, yollar ve bir sürü şey olmasına rağmen tamamlıyoruz birbirimizi. Daha ne diyesi geliyor insanın, daha ne ! Hem bize kimse bu yolda kolay yürünür demedi ki! Yanınız yönünüz çiçek açacak, buram buram kokacak diye vadeden mi oldu? Yok efendim, bu sorgulama bitmedikçe bir adım öteye gidemeyeceğimiz belli. Tevekkül etmek bu kadar mı zor? Var olana şükredip, sahip çıkmak, imkanlar dahilinde hayatımızı aksatmayacak bir denge oluşturup öyle davranmak, görüşmek yazışmak olmaz mı yani…Kabul ediyorum karşılıklı abartıyoruz. Hayatımızın  dengesini bozacak bir hâl alıyor bazen bu durum Ama bir çıkış yolu bulunamaz mı? Hayatın ritmi ile bu muhabbetin ritmi bir dengede buluşturulamaz mı? Yok saymak, feda etmek, hep bardağın boş tarafını görmek kolay olanı. Zor olansa sahip çıkmak…
GÖZBEBEĞİM,
Zaman….bir de zaman diye bir derdimiz var değil mi? Elimizdeki zamandan şikayet edip talip olduğumuz şeye bak! Zamansızlık,,,, hiç…..gönül dinlemese de bir gün dinler umuduyla görmezden gelmek…Bunlar aşılamayacak şeyler değil. Yeter ki artık sorgulamayı bırakıp yaşayalım. Yaşamak her yanın gül gülistan olması, hep görmek, hep yanında olmak değil ki.. Özlemek, hiç çekinmeden özlüyorum demek te yaşamak. Buna üzülmek yerine böylesine özlenmenin hazzını duymak ta yaşamak. Bugün vaktim yok ya da izin alamadım inşallah sonra demek te yaşamak. Öfkelenmek te yaşamak kabullenmek te… Elindekinin kıymetini bilmeyen yarın onu da bulamaz. Bu hale düşmeyelim sakın. Hem istersek fırsatlarımızı kendimiz oluşturabiliriz. Ama asla seni ailenle karşı karşıya getirerek değil, haber vermeyerek değil. Fedakârlık yapıp konuşarak, kendini anlatamaya çalışarak, isteklerini nedenleriyle sabırla dile getirerek… ben eminim anlayacaklardır, ya da kabulleneceklerdir...
CENNET ÇİÇEĞİM,
Bu kadar çok sorguluyorsun ya varlığımı, kendimi sana fazla gelmiş üzerinde yük olmuş gibi hissediyorum. Benim bu deli çağımda yeterince derdim, tasam, hedeflerim, kaygılarım var. Bir de üstüne bu sevginin ve dostluğun yükünü taşımak istemiyorum diyorsun gibi geliyor bana. Üzülüyorum… Üzülüyorum ama sadece kendim için değil daha çok senin için. Ben seni öyle kabullendim ve benimsedim ki; senin hayatında ömrüm yettiğince var olmak, yakınında ya da uzakta, söylediklerimle veya yazdıklarımla, sevgi dolu bakışlarımla sana eşlik etmek isterken dönüp dolanıp hep aynı yerde buluyorum kendimi…Yoruldum.. Ama ben yarın ne olacağını bilemem, ne yapacağımı da diyorsan eğer; ben sanki biliyorum derim. Niyet Gülüm niyet. Arzum, temennim, niyazım bu… Yarınların ne getireceğini yalnız ve yalnız Allah bilir. Yaşamadan bilemeyiz… Oysa biz bilmediğimiz yarını, şimdiyi ve ailemizi denkleştirmeye uğraşıyoruz. Hani biz ne diyorduk “Allah’ın da bir planı var…”

DERÛNUM,
Biraz önce fotoğraflarına baktım.Arkadaşlarının yanında ne de keyifli görünüyorsun.Ne kadar da hayat dolu...Ve vazgeçer gibi oldum yazmaktan. kafamı karıştırıyorsun. Gençliğinin, coşkulu yaşlarının keyfini çıkarmalısın belki de. Benimle zaman kaybettiğini de düşünüyor olabilirsin. Hız kesiyorum gibi geldi. Ben biraz fazla sonbahar olabilirim senin için. Sanırım kimi zaman öyle düşünüyorsun. Ama bu sonbaharda senin de payın var biliyorsun. Üzerimdeki hüznün birazını da sen bulaştırdın. zaten öyle görünüyorsa da yanlış. Ben o kadar da sonbahar değilim. Kendimce her renk, her mevsimim, en çok ta ilkbaharı severim.. başka renklerimi de görmek istersen görürsün...

NUR-U AYNIM,   
Sen, güçlü, karakterli ve çok özel bir genç kızsın. İçinde daha kendinin bile fark etmediği cevherler taşıyorsun. Ben yanında olsam da olmasam da hayata kendinden değerler katacaksın, eminim. Düşecek, kalkacak ama yolunu bulacaksın. Her şeye kadir olan Allah’ın o kadar çok ismi tecelli ediyor ki sende… Sana baktıkça O’nu düşünmeden edemiyorum. Sana hayranlığım O’na yol buluyor, hayra vesile oluyorsun. Saçlarını okşamaya, gözlerine bakmaya, kokusunu almaya doyamadığım ilahî güzellik; Gül yüzünden güller hiç eksik olmasın inşallah….
CANANIM,
Ben senden çok şey öğrendim bu aylar boyunca. Farkında olmadan bana bir sürü tecrübe kazandırdın, yeni ufuklar açtın, zenginleştirdin beni. Şimdi niye seni bırakmak isteyeyim ki…
GÜLÜM, GÜLÜM, GÜLÜM,
Susmuyorum ve söylüyorum bak… Söyleyeceğim şimdi… Ama biliyorsun özgürsün kelebeğim, nereye kanat çırpacağını sen seçeceksin. Ben arzumu dillendireceğim. Çünkü susmak özgür bırakmak değilmiş onu anladım. Konuşmak söylemek gerekiyor öylece oturup susmak ,  kabullenmek yanlış. Ben konuşacağım ama sen özgür olacaksın.
BÜLBÜL GÜLE DER Kİ;
Gitme,
Gitme,
Gitme,
Kendine de bana da yazık etme,
Allah’ın bu nimetini elinin tersiyle itme,
Eksiltme beni,
Kendini eksiltme,
Ellerini ellerimden çekme,
İstediğinde sarılmaktan ,  kanatlarımın altına saklanmaktan çekinme,
Soru işaretlerini kaldır bir kenara koy artık,
İstiyorsan dik ünlemler vereyim sana…
Sabrını yarın endişesiyle tüketme,
Kimse seni bu kadar candan sevmeyecek, gitme...

Ve şimdi: özgürsün artık… Uçabilirsin…Ben hep burdayım, arkamı dönmeyeceğim sana. İstersen hiç gitmeyebilir, gidersen istediğin zaman dönüp limanıma demirleyebilirsin.
MUHABBETLE….

11 Kasım 2011 Cuma

Bir dostla yanında değilken konuşmak, ne güzel diyecektim. Mektup mu? Yazarak susmak.

Ali Ural
Başka bir zamana bırakılmamalı mektuplar, yansıtmalı ânı...

Ali Ural
Her şeyi terk ederek, her şeyi göze alarak, yaktığım gemilerde ben de yanarak, yıktığım enkazın altında ben de kalarak varım. Hiçbir şeye akıl yetiremeyen çocukların berrak sevinciyle de sevdim. Ömrümün bundan sonrasına dair kuş gözü kadar bir ayrıntıyı dahi merak etmeyecek kadar da mutluyum. Uçurumları hesaba katmamak da güzel yanım. Katiyen kaçmıyorum, kaçarsam kovalar bir şeyler. Kaçarım ama haricindekilerden, sana koşarım..

-Dost-

"Sevgili Dost" diye başlayıp sayfalarca yazasım var...

8 Kasım 2011 Salı

VEFAYLA KAL CAN!

 
Ayrılıklar geceye benzer. Bütün yarınlar da sabaha can!
Geceye az kaldı. Ayrılık, gelini götürmeye gelen düğün alayı gibi kapımızda.
Kimler ayrılmadı ki canından.
Ayrılığı, cennetten ayrılan Hz. Adem´e sor. Tufan´da oğlunu dalgaların pençesinde bırakan
Hz. Nuh’a, Yusuf´u için inleyen Hz. Yakub’a, içindeki ejderle boğuşan Züleyha´ya, yüreğinin sesini susturmak için bileğiyle dağları oyan Ferhad´a, Şems için kavrulan Mevlâna´ya, binlerce evlâdını gurbete gönderen Anadolu´ya, en çok da Resulü´nü Medine´ye gönderen o kutsal diyâra, hasılı gidenin ardından bakıp kalanlara, ocak gibi yananlara sor.
Geride kalan, hep inleyendir ana misali, can! Giden hep yârdır, ‘can’dan ‘can’dır.

 Her şeyi alıp götüren de ‘o’dur, götürdüklerinin iki mislini geride bırakan da...
Giderken arkada bıraktıklarına son bir kere bakıp da öyle gitmeli insan.

Yaşadıklarını, paylaştıklarını gönül heybesine yerleştirmeli.
Paylaşılan andır, zamandır, dönüşü olmayandır.
Paylaşılan hayattır can!
Vefâlı olmalı insan.
Vefâ, sadece ‘has’ların vasfıdır can! Nisyan -unutmak- ise ‘ham’ların...

 Bedene tutsak olmuş hoyratların nasibi yoktur vefâdan. Gönlümüzün kitabında; “Bize bir defa selâm vereni kıyamete kadar unutmayız.” düstûru kayıtlıdır. Biz dersimizi; “Kabrimize gelip, bir defa Fatiha okuyanlar kıyamete kadar bizimdir. İmânlarını kurtarmadan ölmesinler, ömürleri boyunca fakirlik görmesinler.” diye dua eden, hâlâ büyük bir vefayla Üsküdar´da dostlarını ağırlayan Aziz Mahmut Hüdâyî’den almışız. Nice vefâ kahramanının mânevî huzûrunda hürmetle, edeple selâma durmuşuz.
Dostlarını daima vefâ ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen; tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefâsı olmayanın Hakk´a vefâsı olmaz. Git ki, vefanın ter ü tâze hüküm sürdüğü yeni bir hayata başla... Haydi daha fazla durma karşımda.
Kurşun gibi bir anda al, ellerini benden.
Su gibi aksın ellerin ellerimden.
Yüreğini yüreğimde, gözlerini gözlerimde bırak da git. Beklemeden, bir kelime bile etmeden git. Canımı canımdan kopar da git.
Giderken son bir defa Hakk´ın selâmını esirgeme benden. Arkada kalanın gözü yaşlı olur, yüreği yufka, gönlü ince. Ben, içimdeki korla, bağrımdaki volkanla, öylece dağ gibi arkanda kalayım. Yapayalnız hecelerde kaybolan ben olayım.
Sen sağlam adımlarla yarınlara yürürken, yıkılan ben olayım.
Yeşeren sen ol, sulayan ben. Bana saplansın paslı mızrakların ucu, sana dokunmasın
.
 En çılgın isyanlarını, savaşlarını, sırlarını gittiğin diyarlara götürme.
 Kötüye dair ne varsa benim yanımda kalsın. Benim avuçlarıma bırak.
Ben onları dua dua ak kanatlı kuş gibi göklere uçurayım.
Benim payıma; ilâhî dergahtan, ayrılık sahillerinde anıların gönüllü bekçisi olmak düştü.
Hak´tan gelene razıyım.
Sen geçmişi bana bırak can!
Vefa nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır.
Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.
Şimdi ayrılık vakti can! Gecenin en karanlık vakti.
Vaktin Yaratıcısı, az sonra geceden gündüzü doğuracak.
Vakit gitme vakti, bizden aldıklarını gitmesi gereken yerlere iletme vakti...
Al can!
Bu heybe senin. Sol yanımdan bir parça kopardım senin için; tâ özümden, tâ közümden...
Birazdan sabah olacak; yağmur yağacak... Ardından gökkuşağı, sonra güneş.
Birazdan bulutların ardından Güneş doğacak...”
Güneş bütün gecelerden güçlüdür can! Çünkü güneş vefalıdır, gizlemez sevgisini.
Vefâlıdır; en çok o getirir kâinata sevgilinin sesini, neşvesini.
Yırtıp atar karanlığın kasvetli perdesini... En vefâlı delildir o sevgili adına...
Uğurlar olsun can! Yarasaların gözleri kamaşacak diye, Güneş doğmaktan vazgeçmez.”
En büyük vefâ, Hakk´a götürecek fırsatları yakalamaktır.
Bulduğun her fırsatı zamanında değerlendirmektir.
Sakın ha! Fırsatları kaçırıp da, Kâlû Belâ´ya vefâsız olma!
“Fırsatlar bulutlar gibidir, gelir ve geçer.”
Sakın ha! Fırsatları kaçırıp da, kaybetme bedbahtlığıyla yok olma.
Vasiyetim olsun:
Vefayla kal can!

Bazen aradan çekilmek gerekir.Sessizce ve keskince çekilmek...Bazen fazla gelirsiniz, bazen de az.İkisi de olmaz, ikisi de uymaz.Az ya da fazla değil denk gelmeniz gerekir onu da beceremezsiniz.Yüreciğinizde çırpınıp duran kuşun kanatlarındaki rüzgârın büyüsüne kaptırırsınız kendinizi.Ama o yürek, o kuş, o kanatlar ve o rüzgâr sizde olandır.Onda değil...Sanır mısınız ki; o kuşu kanatlandıran da öyle hissediyor.Sanır mısınız ki; onun da içi hasretle yanıyor.Rüzgârına kapıldığınızın rüzgârı değilsinizdir bazen...Sizdeki rüzgâr da değildir zaten.Öyle gelip geçecek, esip duracak, azalıp bitecek gibi değildir.Az gelirsiniz, çok gelirsiniz ama denk gelemezsiniz.Siz dâimi ikamete talipken dost yüreğinde, o adımını hep gitmekten yana atma hesabını yapmaktadır içinde.Siz dört mevsim olalım dersiniz, o .............
Şems misali tek bir yâr edinirsiniz.Ama O Mevlana olmakta tereddüt ettiği için siz de Şems'ten eser bile olamazsınız.Çünkü Mevlana varsa Şems var...Mevlana Şems'e yâr...Mevlana olmayınca Şems yalnızlığını yaşar. Onca aramadan sonra Şems'i anlayan bir Mevlana var.

***Bahar Nefesi*** 
Ölürdüm. İnan ölürdüm. Gözlerime hiç yağmur damlası düşmese ölürdüm. Kelebekler ağlamasa ölürdüm. Ölürdüm gemiler denizin üstüne beyaz köpüklü kahkahalar çizmese. Ölürdüm uçurtmalar poz vermese şehrin engebeli serinliğinde. Yanımdan gülücüklü çocuk oyunları geçmese ölürdüm. Ölürdüm sen aklıma gelmesen. İçimde kanat çırpmasan kelebeğim. Ölürdüm bir fırsat yakalasam efkarlı bir gecede. Bir an bulsam... zembereği kırılmış kaçmazdım. Hemen oracıkta ölürdüm... Hey!... Ölümlüler!... Fırsatlar ülkesinin ölümlü ve gülünç yolcuları!... Mola sandığınız bu küçük titreşim hayatın ta kendisidir. Onu sımsıkı tutun. Onu içinizde sımsıkı tutun, koruyun. Onu kendinizden koruyun. Sonsuz ışıltısı yanıltmasın sizi. Bu kıvılcım kutudaki son kibrit tanesi... Onu elinizden kaçırmayın. Çıkamazsınız bir daha asla içinizden. Bir daha görünmezsiniz aynalarda. Dökülür sırlarını. Dökülür bir ana denk düşen asırlarınız. Dökülür hüzünleriniz ve gözyaşlarınız ellerinize... Kelebeklerin de böyle güzel elleri olur muymuş canım? Böyle de güzel gülünür müymüş? Havalara atılıp dünyalar; böyle de zıp zıp zıplatılır mıymış? Türküler de sarhoşluk verir miymiş adama? Adamı zıvanadan çıkarır mıymış? Başını da belaya sokar mıymış? Adamın numaralarla arasını bozar mıymış? Adamı her şeysiz her şeysiz ortalıkta bırakır mıymış? Bu nasıl kelebekmiş böyle canım? Kelebekler adamın canını acıtır mıymış? Adamın canını acıtırmıymış?.... Ellerim çarpıntıların minicik ömürlerine şerh düşüyor durmadan. Rötuşlu resimlerim canımı acıtıyor. Kahretsin çok iyi görünüyorum yine. Flaşlar patlıyor ve kahretsin iyi ve yapayalnızım yine. Dokunamadan
hiçbir şeye...

Kanatlarına dokununca uçamazmış kelebekler doğru mu? Renkleri dökülürmüş çiçeklerin üstüne. Söyle doğru mu uçamayınca öldüğü kelebeklerin? Doğru mu ellerinde üşüyen bu kimsesizlik? Gözlerine inen buğu, içini titreten uçma korkusu. Haydi durma kelebeğim ellerimi tut!... Haydi yüreğime bas!... Haydi kapat gözlerini!... Haydi beni iterek sıçra!... Uç…
 Uç...
Uç...
Unuttun mu? Hani toplatıldı ya insanların kanatları… Hani uçmalar kaldırıldı ya…. Hani birbirini yiyor ya dünya… Hani kan gövdeyi götürüyor ya… Hani insanlar görmüyor ya birbirlerini… Hani gözleri bozulmuş ya yüreklerinin… Hani saçak altlarında birileri içlerini çekiyor da duymuyoruz ya… Hani karlı dağlar geçit vermiyor ya… Hani elimizden bir şey gelmiyor ya… Hani donmuş gibiyiz ya yüzyıllık bir soğuktan… Hani ağlıyoruz da gözlerimizde yaş birikmiyor ya… Hani ölüyoruz da hayat başımızdan gitmiyor ya… Hani seviyoruz da ellerimiz yaşamaya yetmiyor ya…
Hani yetmiyoruz ya birbirimize…Yetmiyoruz ya kendimize...
Senin dünyamı değiştiren bir başkalığın var kelebeğim.
Senin avuçlarıma
Beyaz
Bir
Güvercin
Gibi sığınan küçük güzel ellerin var. Senin beynimi ürperten bir sessizliğin var. Bazen bir kor yumağı gibi içime düşüp ıssızlaşıyorsun. Bazen kendine kıvrılıp koskoca bir yokluk oluyorsun. Bazen biriktirilmiş bütün kelimelere sağırlaşıyorsun. Duymuyorsun. Hey!... Hey!... Kelebeğim!...

Hey!..SES, üşür. AŞK, çift kişilik bir yalnızlıktır. HAYAT, ölüme ulanmış tiz bir çığlık… ÖLÜM, ışığı kemiren kör bir karanlık… SEN, her yeri kaplayan ince bir serap… BEN, küçülüp azalan bir kum tanesi... Kelebeğim, kaç kum tanesi var dünyada biliyor musun? Peki kaç yıldız var gökyüzünün karanlık perdesinde? Kaç çocuk sesleniyor içinden annesine? Kaç hayat çağırıyor kollarını açarak bizi? Kaç ölüm gözlüyor yolumuzu? Kaçı beni bekliyor bilmecelerin? Kaçı bekliyor seni? Kaçı bekliyor.İkimizi... Doğmayacak bir çocuğu bekliyor kimi kadınlar. Gelmeyecek bir gemiyi bekliyor kimi adamlar. Büyümeyi bekliyor kimi lanet çocuklar. Cinnetlerini bekliyor kimi soğuk kanlı deliler. Ölüme çare bekliyor kimi yüreksiz doktorlar. Hayata çare bekliyor kimi yürekli şairler. Ben seni bekliyorum. Bir tekerleği çevirerek yeryüzünün patikalarında. Sabırsız bir idam mangası beni bekliyor kapımda... Kelebekler hangi kapılardan geçerek geliyorlar dünyaya? Yaşlı bilge kadınların doğru mu ipeksi masalları kelebekler hakkında? Aynı gizemli tomurcuktan mı çiçekleniyor senin ipeksi beyazlığın? Hangi çağlayandan dökülüyor sesin? Hangi sura üflüyor nefesin? Hangi bilmediğim kıyamettesin... Bilinmeyen ne kaldı ki dünyanın köpüren dosyalarında:Arz talebi yaratır… elmanın yere düşmesini sağlayan yerçekimi kanunudur… ısınan hava genleşir… vatan kutsaldır… demokrasilerde çare tükenmez…  İnsanlar tükenir kelebeğim. Sararmış çınar yaprakları gibi dökülürler ağaçlardan tek tek. İnsanlar koca adamlar gibi konuşan küçük çocuklardır aslında. Gözlerine okyanus doldururlar. Ceplerine gökyüzü… insanlar kafalarındaki yılanlar tarafından kemirilirler. İnsanlar kendi sorularından vurulurlar……

SORU BİR: Alinin biri. Bakkaldan üç yumurta, bir ekmek ve bir karanfil alırda unutur mu her şeyi?

SORU İKİ: Ayşenin biri. Sınavı geçmezse yine de ağlayabilir mi günbatımında?

SORU ÜÇ: Adamın biri, hiç nota bilmeden aşık olabilir mi?

SORU DÖRT: Kelebeğin biri, birgün konar mı sıtmalanan yüreğime? Hepimiz kendi rengimizin peşindeyiz, değil mi kelebeğim? Hepimiz bir ipin ucundan çekiyoruz değil mi? Bazen kendimizden geçiyoruz değil mi, bazen birbirimizden? Bazen de içimiz sıkılıyor değil mi, vazgeçiyoruz...

Yürümekten...
Yürüdükçe uzuyor dünyanın boyu. Yürüdükçe artıyor mesafeler. Yürüdükçe bir yere gitmiyor ayaklarım. Yürüdükçe daha çok kanıyor dizlerim. Yürüdükçe genişliyor titremelerim. Yürüdükçe çoğalıyor içimde bir kelebek sıtması. Yürüdükçe takılıyorum tarihimin değişmez engeline: Yorgunum…

Yorgumum çok... Ne çok çiçek var, ne çok renk, ne çok koku, ne çok uzanış güneşe doğru, ne çok türkü var sevdalı, ne çok şiir acılı, ne çok kumdan kale var, ne çok sarı saçlı çocuk, ne çok ev var sarmaşıklanan, ne çok ıslık, ne çok film var, ne çok figür, ne çok zaman var kelebeğim, ne çok zamansızlık... Saatim beşi dalga geçiyor sanırım. Sanırım su geçirmiyor saatim. Sanırım ayrılığı saklıyor akrep, sanırım sevdadan yana yelkovan. Sanırım her şeyi aklından geçiriyor saatim. Sanırım
Üzmüyor beni….üzülme kelebeğim. Bugünü atlatırsak… yarın diye bir şey yok! Üzülme kelebeğim… Bir yıldız kayar kimsenin bilmediği. Üzülme kelebeğim… Ağlarken duyulmaz sesim. Üzülme kelebeğim… Korkarım yükseklerden. Üzülme kelebeğim… Kalır yalnızca güzelliğin... ALLAHIM NE GÜZEL UÇUYOR BU KELEBEK BÖYLE! ALLAHIM

Bitiyor
Kelimeler

Kelebek Sıtması - Gökhan Özcan

7 Kasım 2011 Pazartesi

Göğe Bakalım

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
...
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
...
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
...
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gizlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım


TURGUT UYAR

6 Kasım 2011 Pazar

"Allah hüzünlü kalbi sever."
Hz. Muhammed
"Bana düşlerini ödünç versene,
Merak ediyorum içlerinde var mıyım?
Hadi bir yalan söyle bana
De ki; “sen yaşıyorsun her birinde”
Çocuk gibi inanayım...
Olsun;Yüzündeki zorlama tebessüm kadar güzeldir,
Yalancı düşler merhem olur yaraya
Çok hırpaladı kalbimi,bu hesapsız vazgeçişler...
Merak ediyorum sendeki beni bilmiyorum ne kadarım?
Bana düşlerini, bir geceliğine ödünç ver....
Kendime, senin yüreğinle bakayım"

Okan Savcı
Dün yapamadıysak " bugün" yapsaydık.
Yarın olmayacak gibi yaşayabilseydik.
" şimdi"diyebilseydik. "keşke"lerden, "ama"lardan,
" cek-cak" lardan kurtulabilseydik.
Beklemek yerine yapmak olsaydı seçimlerimiz.
Zamanın şu an olduğunu, beklenmeyecek kadar kısa, kaybedemeyecek kadar değerli olduğunu anlayabilseydik...

5 Kasım 2011 Cumartesi

Cennet kapıları sonuna dek açıkken duasız olur mu?

 
Açılan ellerimde,çırpınan yüreğim var...
Sen zulmetmezsin.
Nefsimiz zalim,ruhumuz mazlum.
Kalbimizin nurunu örten nefsaniyet tortuları,
aklımızı yolumuza düşman etmiş.
Kendimizi çözmeyi bilmiyoruz ki,meselemizi çözelim.
Çöz bizi.... Bizi kendimize getir.
Biz burada sadece,Senin herşeyi bildiğini biliyoruz.
Herşeye gücünün yettiğine inanmaktan başka gücümüz yok!
Emanetlerinin,nimetlerinin hakkını veremiyoruz,
onlarla bütünleşemiyoruz,
onların bütünlüğünde hayatımızı bütünleştiremiyoruz.
Sürgünde gibiyiz,hicranlar içindeyiz.
Yaşadığımız hayat değil.
Bizim olmayanı yaşamak,yaşamak değil…
Ama gecenin sessizliğinde akan gözyaşları bizim,
ifadesiz ve rağbetsiz kalmış aciz tefekkür çırpınışlarının iniltileri bizim,karanlıklara saldığımız sessiz çığlıklar bizim.
Onların hatırına bizi affeyle Yüce Rabbim!
Her kederin özel bir duası ve her duanın esma tecelliyatı ile bir sırrı var…
Ya Hafîz,Ya Kerîm,Ya Vedûd…
Ya Allah ,Ya Allah ,Ya Allah !
Bizi bizden koru,bizi kimlik şaşkını olmaktan kurtar.
Bizi şahsiyetimizle buluştur,bütünlüğümüzle ihya eyle.
Bize Muhammed Mustafa (asm)’ın gerçek ümmeti olmak saadetine müyesser kıl.
Ya Hayyü Kayyûm,Ya Hafîz,Ya Erhamerrâhimin…
“Açılan ellerimde,çırpınan yüreğim var.

Temkine gelmeyen,ten kafesinde çırpındıkça kendini daha çok yaralayan deli yüreğim.
Bağışla onu.”
Hazreti Mevlana'nın ölümünün 734. yılındayız. Bir insanın 734 yıl diri ve taze kalmasının elbette bir çok sırrı vardır; ama onun en büyük sırrı aşkıdır. O ne yüce sevgidir ki, asırlar boyu gönül tellerini inletmiş durmuştur.
Mevlana, aşkı o kadar çok terennüm etmiştir ki, aşk, onda sanki somut bir nesne gibi durmuştur. 25 bin beş yüz beyitlik Mesnevi'si bir yana, 40 bin beyitlik Divan–ı Kebir'i baştan sona kadar aşkla doludur. Dünya kuruldu kurulalı, aşk üzerine bu kadar yoğunlaşmış ne bir eser, ne de bir kişi vardır.
Aşk onu o hale getirmişti ki, bir deri, bir kemik kalmıştı. (Minyatürlerdeki resimler ona benzemiyor, o resimler, 1967 yılında İranlı bir ressam tarafından hayali olarak çizilmiştir.) Ahmet Eflaki, onun bu durumunu şöyle anlatıyor:
"Bir gün Mevlana hamama gitmişti. Merhamet gözüyle kendi mübarek vücuduna baktı. Vücudu iğneden ipliğe dönmüştü. Buyurdu ki:
"Bütün ömrümde kimseden utanmadım; fakat bugün zayıf vücudumdan çok utandım; çünkü o bana ‘Bir gün bana huzur vermedin.’ diye kim bilir hal diliyle neler söyledi, neler de söylemeyip gizledi ve ‘Yükünü taşıyabilmem için beni hiç rahat bırakmadın; bir gececik olsun istirahat edip kuvvet bulmama bile izin vermedin.’ diye ne kadar inledi.
Fakat ne yapayım ki, benim huzurum, onun ızdırabındadır."

Aşk, onun ruhunu alevlendirirken, bedenini de eritiyordu. Fakat o, seçimini aşktan yana yapmıştı:
"Her insan dünyada bir sevgili seçer, biz kendimize sevgili olarak aşkı seçtik."
diyordu.

Aşk, burada ilahi bir makam kazanıyor ve varlığının adeta temeli oluyor :
"Allah'ın aşkıyla sarhoş olarak gelen, Allah'la beraber baki olur." Onun bütün özlemi aslında Baki olanda fani olmaktır ve bunun yolu da aşktır.

Onun döneminde yaşanmış bir "Tavus Sultan" hikayesi vardır ki, aşkı bir nebze anlamamızı sağlıyor.
Tavus Sultan, Hindistan'da bir şeyhin talebesidir. 25–30 yaşlarında bir hanımefendidir. Bu hanımefendinin Şeyhi, Mevlana'yı çok sever ve ticari kervanlarla Konya'dan Hindistan'a gelen Mevlana'nın şiirlerini, ders esnasında zaman zaman okur. Tavus Sultan da o beyitleri Hindistan'a geldikçe alır, okur. Böylece, Hazreti Mevlana'ya hayranlığı, sevgisi dürüle dürüle yumak haline gelir.

Son kez bir rubaisini daha okur ki, içini yakıp kavurur:

"Ne duruyorum, ne yürüyorum,
Üzengideki ayak gibi…
Ne susuyorum, ne konuşuyorum,
Kitaptaki yazı gibi…
Ne varım, ne yokum,
Gülsuyundaki koku gibi…"


Bu rubai Tavus Sultan'ı gönlünden yaralar. Şeyhi, bu durumun farkındadır ve ona:
"Haydi kızım, kalk Konya'ya git sen!" der.
Tavus Sultan çok zengindir. Konya'ya gelir ve Meram'da bir ev alır. Bir tanburu vardır, kendi kendine çalar durur; içten içe ah çeker, kendinden geçer.
Mevlana da 10–20 günde bir, talebeleriyle sabah namazına gider. Bir sabah, namazdan dönerken bir tanbur sesi duyar. "Şems'ten bir selam erişti. Bu ses, Şems'in selamı olmadan çıkmaz. Ben buna bir bakacağım." der ve Tavus Sultan'ın evinin kapısını açarak içeri girer. Talebeleri, içeride bir hanımefendinin olduğunu bilmektedir.
Mevlana içerde üç buçuk gün kalır. İçerdekinin bir kadın olması, çevrede dedikoduların yayılmasına neden olur.
Üç buçuk gün sonra, talebeleri, kapı açılıp Hazreti Mevlana görününce, hepsi saf olur. Mevlana:
"Sizden ummam da belki ileri geri konuşanlar vardır, açın bakın Tavus Sultan'a. " der. Kapıyı açarlar ki bir avuç kül!.. " Yandı!.." der. "Bu kadarmış tahammülü. Üç buçuk gün onun yanma operasyonuydu."
İlahi aşk maddeye yansırsa, onu yakar, kül eder. Ceyranın yakıcılığına inanıyoruz da, aşkın yakıcılığını kabullenemiyoruz; hiç yanmadık ki!..
Aşk, cesetleri yakıp, gönlü diriltir; çünkü aşkın vatanı gönüldür.
Şimdi onun aşk denizine dalalım ve birkaç damla çıkaralım:
"Aşk, Allah'ın sırlarına ulaşmanın anahtarıdır."

"Aşk geldi, bütün kelimeler silindi hafızamdan."
"Manaların aşk burakı aklımı da gönlümü de aldı, götürdü. Nereye götürdü diye sen bana sor. Aklımı da gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Orada ne ay var, ne güneş, ne gök. Bunlar, sevgilinin bize eşi benzeri olmayan keremleridir."

Bütün bunlara nasıl ulaşılabileceğini de şöyle anlatır:
"Sende bulunan beş duyu ışığını, gönül nuru ile aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Senin gönlün ise, yedi ayetten ibaret olan Fatiha Sûresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alırsın."

"İyi kişilere, ermişlere aşk şarabı sunan Cenab–ı Hak idi. İbrahim Ethem hangi şaraptan içmişti de kendinden geçmiş, tacını tahtını bırakmış, memleketinden kaçmıştı? Beyazıd, bu şaraptan içince, ‘Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim.’ demişti. Aynı şaraptan Hallac–ı Mansur yudumlayınca, ‘Enel Hak – Ben Hakkım –’ diye bağırdı da darağacına çıktı."
"Tertemiz şarap ‘Ab–ı hayat ' tır. Öbürü ise...

Şu cümlesi ne kadar anlamlıdır:
"Gönlü yarattığın için canım sana feda olsun, Allah'ım."


Alıntı